top of page

Flaneur & Flaneuse

  • Yiğitcan Erkan
  • 27 Eyl 2022
  • 5 dakikada okunur

Çok keyifli bir konu olsa da, Walter Benjamin’den girersek, çıkamayız. Bu yazının da konusu değil. Yine de, yazı ile ilgisini daha “popüler” tanımlarla, çok yüzeysel olacak olsa da, başkalarının dilinden aşağıda yaparak başlayacağım.

 Ekşisözlük’ten Flaneur (kopyala yapıştır paylaşıyorum)


 ·      modern hayatın seyyâhı... "kentin içinde boş gezen aylak" derler kimi esrik litaratürlerde.. misal beat kuşağının alfa erkeği jack kerouac amerika'nın en çılgın flaneur'üdür. vurur kendini kentten kente... (bkz: on the road) (bu yazıda geçen Jack Kerouac ve On the Roadéu ayrıca ele alabiliriz zamanı gelince. Bir de Willie Nelson’ın On the Road Again şarkısını dinleriz okurken).

 ·      sehrin caddelerinde herhangi bir yere varmayi hedeflemeden gezinen kimse demektir, asil istedigi sokaklari sokaklara ekleyip, bir noktada sehrin girdabinda kaybolmaktir. sehirli bir kavramdir, paris olmasa da bir buyuk sehiri akla getirmelidir.

 Ekşisözlük’ten Flaneuse (kopyala yapıştır paylaşıyorum)


  •  Dişi Flaneur

Görünüşe göre günümüzde flaneuse kendine eğlence olarak kent sokaklarını seçmiş aylaklardan kendini ayırıyor ve yeni bir yer-zaman-görüntü-amaç la tanımlanıyor. flaneuseün amacı olmaz demeyin, insanı sinir etmeyin. artık flaneuse boş boş gezmektense biraz daha işlevselleşmiş bir hale de gelmeyi kabul ediyor; pasif kabuğundan ara ara sıyrılıp elini cebine atabiliyor. sıklıkla evden uzaklaşmak ve kafa dağıtmak isteyen, çoğunlukla cep telefonu olan ve mesaj almayı seven, yarıya yakını bir aşağı bir yukarı gezinmeye bayılan ve indirim mağazalarından alışveriş yapan, laf olsun diye yaptıkları gezilerinin son turunda mutlaka birşeyler almış olan ve boş vakit müşterilerinin % 50sinden fazlasını oluşturan bir kent ürünü. genellemelerin genellemeye gelmeyen insanı.

 Son bir haftada Anadolu Yakası’ndaki 6 alışveriş merkezini ziyaret ettim. Birinde de zaten çalışıyorum. Eder 7 alışveriş merkezi. Bu alışveriş merkezlerine iki alışveriş bölgesini, düzenli ve sıklıkla ziyaret ettiğim Kadıköy ve Bağdat Caddesi’ni de eklersek, 9 nokta diyebiliriz.


 Buna bir de interneti ekleyelim (son aldıklarım: pencere izolasyon bandı, hurç, kedi maması, kedi kumu, spor aleti, bebekler için çamaşır detarjanı, pil, organik (?) gıda, çim biçme makinası yedek parçası, kitap, oyuncak, araba güneşliği, vs – sonsuz çeşit, hem de oturduğumuz yerden). Bir e-ticaret alışveriş potansiyeli kaç avm’ye bedel? Sundukları ortada da, sunamadıkları neler?

 En önemlisi “gör-görül” duygusu ki, avm’leri ayakta tutan ve farklılaştıran en önemli parametrelerden biri budur, insanlar olarak “görmek ve görülmek” istiyoruz. Kimi görmek istedimiz ve kimlerin bizi görmelerini istediğimiz, gideceğimiz yerleri belirleyen (avm, semt, tatil yeri, vs.) en önemli – bazı hallerde ilk, bazı hallerde de tek – motivasyonlardan biri.


 Genelde alışveriş merkezleri kendilerini konumlandırırken ve rakip analizleri yaparken, diğer alışveriş merkezlerini çalışmalarının kapsamına alırlar. Halbuki Kadıköy ve Bağdat Caddesi gibi bölgeler de başlıbaşına birkaç alışveriş merkezi ediyorlar. Son dönemde şehrin bu bölgeleri giderek daha yoğun ziyaretçi çekiyor, belli bir profilde müşteri grubu bizim jargonla konuşur isek bu noktalarda “konsolide” oluyor. Avm’ler birbirlerinden ziyaretçi “ödünç almak ile” yetinme gayretindeyken, bu bölgeler ziyaretçileri doğrudan “çalıyor”. Bunun sosyokültürel ve ekonomik nedenleri sıklıkla masaya yatırılıyor, detayına inmiyorum. Ancak hem alışveriş, hem yeme içme, hem sahil yürüyüşü veya kent dokusunda yürüyüşler, hem plaj voleybolu, hem küreği, sörfü, vs aynı anda yapabileceğiniz bir avm yok ve olmayacak. Bu olanakları e-ticaret de sunamaz. Sunmalarına gerek de yok.


 Günün sonunda avm’ler, “gerçek hayatın kitsch”leri (Kitsch’e başka örnekler: Örneğin Eyfel kulesi şeklinde anahtarlık, spor salonları, vahşi doğanın hayvan yaşamını gösteriye çeviren hayvanat bahçeleri – hepsi kapatılmalı, vs. Gerçeğin iyi kötü “kopya”ları diyelim bu yazı çerçevesinde, sanat ile ilgili kitsch’i ayrı tutalım).


 Son bir haftalık ziyaretimi değerlendirdiğimde, profesyonel ceketimi çıkarıp, en sevdiğim salaş (kedilerimin tırkanları ile delik deşik, kızımın ağzından bulaşan yemeklerle lekeleri bir türlü tam çıkmayan, gençliğimden kalma olduğu için vazgeçemediğim) müşteri tişörtümü üstüme geçirerek düşündüğümde, hangi avm’lerde dolaşmanın bana keyif verdiğine baktım. Dedim ki, şu şu avm’lerde dolaşmaktan memnun oldum, keyif aldım, taktir ettim, ilham aldım ve alışveriş yaptım. Şu şu ihtiyaçların için bir daha gelirim dedim. Diğerleri için de tamamen negatif değildim. Şu ihtiyacım olursa bunun için buraya gelirim ama sadece bunun için ve sadece ihtiyacım olduğunda dedim. Bazılarına da buraya "artık" neden geleyim ki demekten kendimi alamadım.

 Zihnimde pozitif ayrıştırdığım avm’leri ise sonrasında profesyonel ceketimi giyerek değerlendirdim. Aksi taktirde değerlendirmem kendi sosyokültürel ve ekonomik birey olmamla sınırlı kalırdı, ki bu büyük bir hata olur.  Nitekim, “kendi kişisel dünyasından” yola çıkan bir avm yatırımcısının hayalleri, hayatın gerçekleri tarafından sıklıkla yerlebir edilmiştir. Bir müşteri olarak dolaşmaktan keyif aldığım bu avm’lerin sahne arkası nasıldı ki bana bu keyfi verdi? Neleri doğru yapıyorlardı?


 Lokasyon, mimari, konsept, ölçek, marka karması, deneyim alanları (yeme&içme, eğlence, kültürel noktalar, landmark attractions diye adlandırdığım alanlar), müşteri profili, vs. ve hepsi bir araya geldiğinde oluşan atmosfer eğer bireysel sosyal, kültürel ve ekonomik değerlerimiz ve sonucunda oluşan beklentilerimiz ile örtüşüyor ise, o avm’de kendimizi mutlu hissediyoruz.

 Bunlardan lokasyon ve mimari, bir noktaya kadar da ölçek, bir kere oluştu mu ya hiç değişme şansı olmayan, ya da kolay kolay değişme şansı olmayan parametreler. Yerini değiştiremezsin, mimaride köklü değişiklik yapamazsın (kat çıkmak, kat azaltmak, vs. gibi). Eklemeler yaparsın da, çıkarmalar zor olur. Konsepti dönüştürebilirsin, maliyetli olur ve umarsın ki doğru bir değişim yapıyorsun.

 Şanslı bir avm isen, bulunduğun araziye yerleşimin, kat sayın, vs. sana belli mimari değişiklik avantajları sunuyorsa, şanslısın. Bu son derece kıymetli bir şanstır, yasalar, mevzuatlar, vs. izin veriyorsa harika işler çıkarabilirsin.


 Ya da çılgın bir para harcayıp, günün sonunda yüzüne gözüne bulaştırabilirsin.


 Bunlar dışında neleri değiştirebilirsin? Konsept, sektörel içerik ve marka karmasını. Çok zordur, ama bir hayal kurarsın, onu hedefe çevirirsin, inanırsın, sonra planlarsın, bu plan üzerinden paydaşlarını (markalar, vs.) inandırırsın (inandıramazsan hiç şansın yok), iradeyi gösterirsin, ince ince işlersin ve uygularsın, sonunda da büyük ölçüde başarılı olursun.


 Bazı avm’lere ise ne yapsan artık faydası olmayacaktır. Bu da bir yere kadar tamamen o avm’nin (yatırımcısının, ekibinin, konumunun, ölçeğinin, vs.) “hatası”dır. Hayat dinamik, değişir, dönüşür, gereksinimleri, gerektirdikleri farklılaşır, bir nokta gelir ve bu ihtiyaçlara istesen de cevap veremezsin. Eşyanın tabiatındandır (verebileceğin halde vermediysen, işte o hatandır).


 Bence burada en önemli nokta, önce avm’nin yatırımcısının koyacağı irade, sonra da bu irade doğrultusunda organize edeceği profesyonel ekibin performansıdır (Bir ekip bir avm'yi vezir de eder, rezil de). Doğru ve yapıcı eleştiri, doğru kişilere danışma, herkesi dinleme, herkes tarafından ulaşılabilir olma, çözemesen de tüm gücünle çözüm aramış olma, doğru kabuller, doğru yaklaşım, doğru perspektif, doğru prensipler, doğru vizyon, doğru – sürekli – sürdürülebilir iletişim, güvenilirlik için önce dürüstlük (!), bunlardan asla taviz vermeme, gevşememe, kolaya kaçmama (maddi güç çoğu zaman yetersizdir), bu iş tamam sonrası kolay demeden, her an dikkatli, her an zihinler açık, her an önce kendini eleştirerek, sorgulayarak kararlarını süzgeçten geçirip, çalışmak, niyet göstermek, uygulamaya koymak.


 Gördüğünüz üzere, son paragrafta saydıklarım için maddi bir sermayeye ihtiyaç yok. Bunlar için maddi sermayenin faydası da pek yok. Her avm’nin bir karakteri var. Yatırımcısının, yöneten profesyonel ekibinin ortaya koyduğu bir karakter. AVM’nin kaderinde en az lokasyon kadar, mimari, ölçek, marka karması kadar önemli bir unsur. Hatta olmazı olur eden, oluru olmaz eden belki de arka plandaki en önemli parametre.


 İşin güzel yanı, karakteri değiştirirsen, avm’nin kaderini de (her zaman olmasa da çoğu zaman ve büyük oranda) değiştirebilirsin. Nedense bu görülmüyor. Önce mimariyi, marka karmasını, konsepti, logoyu, vs. değiştirmeye müthiş bir zaman, enerji ve nakit harcanıyor. Bir yere kadar gider gibi duruyor, sonra yine tıkanıp kalıyor. Halbuki önce “yaklaşım, zihinsel yapı, düşünce” değişmeli, sonrası inanın geliyor. Yoksa “bunu bunu bunu yaptık yine de olmadı” diyoruz ya, işte bundan olmuyor.

Son Yazılar

Hepsini Gör
Ne Zaman Endişelenmeliyiz?

Bir alışveriş merkezinin geleceği için kaygılanmanın doğru zamanı, potansiyel tehdidin ortaya çıktığı an değildir. O an beklenirse, geç...

 
 
 

Comments


bottom of page